Son bir haftada, milletvekili olarak utanç verici bulduğum manzaralar sadece yumruklaşmalar ve küfürleşmeler değil maalesef. Dün milletvekili arkadaşlarımızın Dışişleri Bakanı’nı dinleyememesi konusunda sözde denetim için seçilmiş diğer vekillerin iştahlı çabaları da mecliste varlığımızı hatta meclisin anlamını sorgulatan örneklerden sadece birisi.
Komisyonların doğru dürüst toplanmaması, toplanınca da iktidar tarafından bir an evvel aşılması gereken lüzumsuz süreçler olarak değerlendirilmesi…
İktidar milletvekillerinin ekseriyetinin komisyonlarda neyi savunduklarını bilmeden konuşmaları, muhalefetin de çoğu zaman nasıl olsa kabul edilmeyecek diye üzerinde çalışılmadan verilen teklifler, nasıl olsa dinleyen yok bari seçmenime çabamı göstereyim tutumu veya 100 yıldır aşamadığımız sorunların tekrar edilen ezberlerle sürdürülen sonsuz duruşmaları, boş kavgalar, rasyonaliteden yoksun olarak değersiz kılınan vakit…
Toplumun en temel sorunlarını ısrarla göz ardı eden yasama aktivizmi…
Denetim görevini yok sayan, yasama kısmında da vekilleri prosedür robotu olarak gören akıl…
Nitelikli yasa yapma tekniğinden yoksun işleyişler, Anayasa’ya açıkça aykırı kanunların tekraren meclise getirilmesindeki anayasal bilinçten yoksun kararlılıklar…
Milletvekillerini zaten yürütmenin uzantısı olarak atama/tayin/terfi/haksız imtiyaz sağlayıcı olarak gören genel inanış…
Bunlar, genel halimiz zaten.
Ancak Meclis’i ve Meclis’teki acınası halimizi sorguladığım bir manzarayı da kısaca anlatmak istiyorum. Çarşamba günü, İçişleri Bakanı’nın “İnsan Haklarının Korunması ve Kolluk Uygulamaları” sunumunu dinlemek üzere TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu toplantısına katıldım. Toplantı başlamadan önce komisyon salonuna girmiş, toplantı başlayınca da söz alma düğmesine basmış ilk kişilerden birisiydim.
DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, TBMM İnsan Hakları Komisyonu toplantısında.
Sayın Bakan ve ekibi İsviçre’ye yakışır bir sunum yaptılar. Gerçekten kibar bir yaklaşım da sergilediler. Tabii hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, hesap verilebilirlik, etik değerlere bağlılık, aktif vatandaşlık bilincini destekleyen yaklaşım, işkenceye sıfır tolerans vs. özlem duyduğumuz ama Türkiye gerçekleri ile alakası olmayan, zaten o sebeple devamlı sakız gibi çiğnenen kavramlar da sıralandı…
Sonra komisyon üyelerine söz geldi. Akabinde Komisyon Başkanı’nın yasama kültüründen yoksun bir biçimde komisyon üyesi olmayan vekillere kendi davetine tabilermiş gibi bu dönemde başlayan bir sıfatlandırma ile ‘misafir’ hitabı yine tekrar edildi. Doğrusu ben de fazla işe yaramayacağını bilsem de denetim görevim çerçevesinde önemli hususları teknik boyutları ile birlikte gündeme getirerek nitelikli sorular sormak için toplantıya hazırlanmıştım.
Nedense beni sıraya almamış komisyon başkanı, almadığı gibi elektronik sistemin de bana alerjisi olsa gerek, o da görmemiş ne hikmetse. Konularım da doğrudan sunum ile ilgili. Bu arada komisyon başkanı da 15.00’te başlayan toplantıyı 17.30’da kapatacağını devamlı tekrarlıyor ama konuşanlar da sınırsız konuşuyor. Yani vekillerin kendi gündemi dışında diğer vekillere adaletli bir tutum içinde olduklarını iddia etmek de güç.
Bu esnada İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı olan kişi, işkence gündeme gelince, ironi yapar bir gülümseme ile ‘artık yok’ demez mi, ya sabır derken artık müdahale etme gereği duydum, her gün çiğnenen insan onurunu yok sayan bu korkunç kayıtsızlığa. Çünkü son iki yılda kayıtlara giren işkence vakaları son yirmi yılın zirvesinde, 15 ayda sadece Anayasa Mahkemesi’nin işkence ve kötü muamele ile ilgili verdiği ihlal sayısı 326!
Yani bu kadar acı gerçeklere inat bir İnsan Hakları İnceleme Komisyonu yönetimi…
Üstüne de İnsan Hakları İnceleme (!) Komisyonu Başkanı’nın mümkün mertebe sorularla yetinme ricası… Elinden gelse muhalefet milletvekillerini konuşmalarını daha fazla kısacak, ‘misafir’ diye ötekileştirdiklerini de zaten hiç almayacak komisyon toplantısına. Bu gidişatla da olur mu olur.
Tabii bu arada söz alıp işkence ve kötü muamelenin 90’lı yıllarda kaldığını ve artık olmadığını iddia eden hukukçu (!) bir iktidar partisi milletvekili,
Akabinde Allah’lı, dinli, ayetli, kararlı cümlelerle korkunç adaletsizliklere gözünü kapatmış ilahiyatçı bir vekil,
İşkence olsaydı biz susar mıydık teranesi,
Muhalefet vekillerinin uzun süre konuşmalarını insan hakları ihlali olarak değerlendiren diğer bir ‘denetimle yükümlü’ üye…
Yani ne soru ne hesap verilebilirlik ne de denetimle alakası olan tutumlar…
Milletin acı gerçekleri karşısında inandıklarını iddia ettikleri değerleri paspas eden, kendini emir kulu olarak konumlandıran, görmeyi ve duymayı kendine yasaklamış dilsiz bir anlayış.
Elbette saygı duyacağız bu muhalefete söz bırakmayalım uğraşlarına!
2,5 saatten fazla bir vakit sonra; sıramı beklediğim, ikaz ettiğim, sonra adım sıralamada okunmasa bile sabırla beklediğim ama nedense şaşırmadığım cümle geldi: “Bundan sonra söz isteyen vekillere 2 dakika vereceğim.”
Bu onur kırıcı davranışlara ve insan haklarına kayıtsız hale daha fazla katlanmamak üzere toplantı salonunu terk ettim.
Soracağım soruların ülkede her gün cereyan eden vahim olaylar olmasını geçtim, iktidarın 2021 yılında büyük bir program ile ilan ettiği, hatta yenisinin de yolda olduğu İnsan Hakları Eylem Planı’ndaki sayısız vaadin akıbetiydi.
İnsanın azmini ve umudunu kıran bu lakayt meclis manzarası karşısında elbette hak ve adalet için daha fazla mücadele etmekten başka çare yok ancak böyle bir ortamda ettiğimiz yemin doğrultusunda milletvekilliği görevini hakkıyla ifa etme olanağımızın var olduğunu iddia etmek de çok zor.
Çünkü bunun için biraz da olsa duyan, gören, makuliyete sahip olan, güç sarhoşluğunu sorgulayan ve kendi hakkını ve haddini bilen bir çoğunluk lazım.
Komisyon toplantısı tutanağı: